30 Haziran 2020 Salı

Cogs Ailesi


Twitter'da @womensart1 hesabında denk geldiğim çok hoş bir fotoğraf.


Üç kadın çizer; Violet Oakley, Jessie Willcox Smith ve Elizabeth Shippen Green aynı evde yaşayıp üretmeye karar veriyor. Evi yönetme sorumluluğu ise Henrietta Cozens'e ait. 
19. yüzyılın başında Amerika'da bu şekilde bir araya gelen bu kadınlar oldukça dikkat çekmiş. Basın onlardan  "Red Rose Girls" olarak söz etmiş ancak onlar kendilerine COGS Ailesi demiş. 
COGS, dördünün soyadlarının ilk harfinden oluşuyor.




 

29 Haziran 2020 Pazartesi

Bu Kitabı Eleştirmeye Nereden Başlamalı?

Hatice Meryem, "Bir Kadını Öldürmeye Nereden Başlamalı?" İletişim yayınları 

Kitabı Storytel'den dinlediğim için alıntı yapamayacağım.

"Bir Kadını Öldürmeye Nereden Başlamalı?" öykü kitabı. Bütün öykülerin şablonu aynı: Erkek katil, kadın maktul ve odakta katilin öldürme motivasyonu var ve bir anda gerçekleşen cinayetler var. Bir tane öyküde mülteci genç kadının intiharı vardı ama onun işleyişi de diğerleriyle aynı olduğu için şablon korunmuş oluyordu. 

Kadınların kadınlar üzerine yazabilmesinde müthiş bir doğallık, kendiliğindenlik, başka türlüsü olamazdıcılık algısı var. Bu sebeple metinleri değerlendirme dışı bırakılıyor gibi. Ciddiye alınmak değerlendirmeye tabi tutulmaktır. Kadın yazarların erkek adı kullanarak kitap basması, kadın yazarların erkek karakterleri ön planda tutmaya eğilimi vs. hep mevcut oyunun kuralına uymak için oysa oyunun kurallarının değişmesi gerekir. 

Hatice Meryem'in de yazarlığı ciddiye alınmamış diye düşünüyorum. Ah yavrum hislenmiş de kadın cinayetleri üzerine yazıvermiş aman ilişmeyim demişler. Çünkü kitaptaki yazılar daha önce Ot Dergide çıkıyormuş.  

Hatice Meryem tekrar tekrar erkek/katilleri odakta tutarak ve hep aynı hareket şablonunu kullanarak gerçekten ne yaptığını zannetti acaba? Suç işleyen erkekler ne bir tornadan çıkmış gibiler ne de bir grup deliler. Neyin ceza indirimi sağladığını bildikleri için hep aynı tondan konuşuyorlar. Bir anda durduk yere sürpriz bir şekilde cinayet işlemiyorlar adım adım tasarlıyorlar. Acaba neden Hatice Meryem bu tip yazılardan 40 tane yazmadı ki mesela? Üç kez aynı şeyi yapmışsın onuncu kez aynı şeyi yapıyorsun sonra neden nasıl duruyorsun ki? İlginç yani hayatı boyunca katil erkeklere ses vermeye devam etmekten onu alıkoyan neydi acaba? Yoksa yeni bir sığ motif buldu da ondan mı antoloji oluşturacak? 
Katillerle özdeşim kurmak için kendini paralıyor gibi görünen aciz, sıkıcı metinleri art arda yazarken insan hiç mi ben ne yapıyorum ne amaç ne mana demez? Medyada yıllarca kadınları öldürenlere çarşaf çarşaf yer ayrıldı zaten, pek çok cinayet sebebi öğrendik. Neden? Neye yarıyor bu arsız katilleri konuşturmak? Gazete haberleri öyküye dönüştürülmek istenmiş, olabilir ama her seferinde bir adam varmış çok alıngan ve de kırılganmış sonra kadın ona lolo yapmış o da onu öldürmüş. So what? 

Kitabın sonunda bir de manifesto var ki tam bir fiyasko. 1-A sınıfından Hatice Meryem'in kadın cinayetleri üzerine söyleyecekleri de bu tonda olurdu zaten. 23 Nisan ruhu ile erkekler koltuklarını kadınlara devretseler dünyada savaşlar olmazmıştı bir de her yerler tertemiz olurmuştu. İnsan hakikaten hayret ediyor. Belki biraz daha yazabilseydi feminizmi keşfederdi? Tırnağı taşa değmemiş ve asla fikri çatışma yaşamamışçasına aklına ilk geleni yazmış ve yayınevinden bile kimse onu okumamış ki ya sen iyi misin dememiş. 

Sevgili Hatice Meryem lütfen bir konu hakkında yazmadan önce oku. Önce okuyalım ki Amerika'yı yeniden keşfetmek durumunda kalmayalım. Okumak çok külfetli ise insanlarla konuş. Yeni insanlar tanı. Sokağa bile çıkmadan yapabilirsin bunu. İnternet kafi, bir twitter hesabıyla muhteşem zannettiğin önerilerinin nasıl da dağıldığını görürsün. Birbirlerinden nefret eden kadınlar vardır. Türk kadını vs Kürt kadını olarak. Zengin/fakir, güzel/çirkin, şişman/zayıf, evli/bekar, hetero/lezbiyen vb. Kadın olmaktan doğan ortak bir akıl, anlayış yok. Toplumsal cinsiyet rolleri vardır. Temizlik kadınlara uygun görülegelmiş mesela. Ama sen buna bakıp da nasıl kadınların çevre sorununu da doğal olarak çözeceğine vardın ya?

Her neyse. Hatice Meryem'in ciddiyetle ortaya attığı fikirlerin kofluğunu ortaya koymak istesem de kendimi ilkokula dönmüş gibi hissettiğimden kestirip atmak istiyorum. Bu konu üstünden zihinsel olarak tekrar o seviyeye inmek sıkıntı veriyor. 

Özetle. Kimsenin kadın cinayetlerini kanıksadığı filan yok ki böyle bir kitabın vicdani tembelliğimizi yıkıcı gücü olsun. Bu metnin toplum üzerinde iyi kötü herhangi bir etkisi de olmaz çünkü yavan anlatımı medyayla aynı zaten kim ne yapsın. Okuyanların yorumlarına bakınca da görülen şu, insanlar kadın cinayetlerine lanet ediyor, bu yani bu kadar, kitaptan önce de öyle düşünüyorlardı kitaptan sonra da doğal olarak. Yani kitap sadece mevcut hisleri tetikliyor. Yoksa kimsede yeni bir his, düşünce yaratamıyor. 

Cinayet sebeplerini art arda yazmaktaki iştahına da değinmek lazım. Bu sebepler zaten toplumun ahlaki normlarıyla örtüşüyor, pek çok çiftin/ailenin kavga sebebi olabilecek şeyler birini güya cinayete itiyor. Yani cinayet sebeplerini listelediğinde onlara bakıp bu kadar da olmaz/aa gerçekten mi diyecek insanlar çoğunlukta değil ve zaten bu kitap asıl etkilenmesini umduklarının önüne de düşmez. Bu işler böyle. İçini yakan toplumsal meselelerle ilgili yazma demiyorum, diyemem. Yaz ama soğukkanlı ol ve seni okuyan insanların zekasından, kültüründen, vicdanından yana umutlu ol. Böylece çıtayı yüksek tutarsın. 

Sonuç:Gazeteye yazamadığınız açık mektuplar yüzünden Türkçe edebiyat karnından konuşma yerine dönüştü. 




26 Haziran 2020 Cuma

Colson Whitehead


"Mecaz oldu hakikat, hakikat oldu mecaz
                        Yıkıldı belki esasından eski malumat" 
                               Sadullah Paşa


              Do-Ho Suh (1962, Güney Kore), "Public Figures"


Bir tanışma hikayesi...

 Birkaç yıl önce D&R'den gelen bir tanıtım maili sayesinde Yeraltı Demiryolu kitabından haberdar olmuş aklımın bir köşesindeki okunacaklar listesine ekleyip geçmiştim. 

 Yeraltı Demiryolu ile fiziki olarak karşılaşmam ise geçen yıl olmuştu, 06Barış'ın kitaplığında görür görmez kendisini hemen tanımıştım. Yine de okumak için bir girişimde bulunmamıştım. 

 Sesli kitap uygulaması olan Storytel'deki ikinci ayımda hala bir roman dinleyememiş olmanın huzursuzluğu içindeyken yeniden Yeraltı Demiryolu ile karşılaştım, bu kez bir deneme yapacaktım. Deneme diyorum çünkü o vakte kadar uygulamada bir kitaptan diğerine geçerken sadece odaklanma antrenmanı yapıyor gibiydim. Kitap dinlemek, dinlemek suretiyle içeriği takip etmek benim için oldukça zorlayıcı bir şey. Göz insanı ve kulak insanı olmak da şimdilik burada dursun.



Isınma turları

 Colson Whitehead, 1969 doğumlu Amerikalı bir yazar (Soyadına takıldınız mı sizde: "Blackhead" diye de soyadı var mı, beyazlar arasında kullanılırlığı nedir -Kürt siyasetçi Ahmet Türk ve feminist yazar Yaprak Zihnioğlu filanlar geliyor aklıma, neyse dursun bu)

 Colson Whitehead; roman, öykü, deneme türlerinde dikkat çekici eserler vermiş bir yazar. Siren yayınları tarafından ise Yeraltı Demiryolu, Nickel Çocukları ve Bölge Bir adında üç romanı Türkçeye çevrilmiştir.

 Yazar, Yeraltı Demiryolu ile 2016 Amerikan Ulusal Kitap Ödülü, 2017 Pulitzer Ödülü, 2017 Arthur C. Clarke Ödülü kazanmıştır.

 

 

 Yeraltı Demiryolu

 Yeraltı Demiryolu, Cora adlı bir kadının hayatına "kaçış" üzerinden bakarak şekillenen bir roman. 

"Kaçış" benim favori temalarımdan biridir. Bunu yazar yazmaz aklıma manevi/ruhsal kaçış kategorisine konacak türden hikayeler geldi ve onların bana heyecandan ziyade sıkıntı verdiğini,içe doğru büktüğünü düşününce "kaçış" derken  maddi ortamın değiştirilmesi üzerinden gerçekleşen kaçışları sevdiğimden iyice emin oldum. Hapishaneden kaçış hikayeleri mesela, nefis değil mi? Bu romanda ise plantasyondan kaçışla başlayan bir kovalamaca var. Doğal olarak son derece sürükleyici bir hikaye.

Romanda insanların kölelikten kaçmasına imkan veren bir yeraltı demiryolu ağı var. Bu ağı kullanıp başka bir eyalete gidebilmek, yeni bir hayat kurabilmek umudu. Romanın Arthur C. Clarke Ödülü kazanmış olmasının da etkisiyle bu yeraltı demiryollarını "sade ve zarif" kurgusal bir buluş olarak okuyordum. Dağıtımcılığını Netflix'in üstlendiği 2019 yapımı El Hoyo/The Platform filminde de yapılan tam olarak buydu. Bilim kurgu etiketi taşıyan bu filmde de gündelik hayatımızda oldukça aşina olduğumuz bir araç olan asansör, üsttekiler ve alttakiler arasında gidip gelirken bambaşka bir şeye hizmet ediyordu. Bilim kurgu birçoğumuz için her şeyden önce bir teknoloji fuarı işlevi görüyor olmalı; bambaşka yepyeni son model alet edavat göreceğimiz bir mecra. Oysa işte sade ve zarif bir dokunuşla aşina olduğumuz araçlar başka bir bağlamda yeniden ele alınabilir ve bu da pekala bilim kurgu olabilir.



Epifani geliyorum demez

Yeraltı Demiryolu romanını okuduktan birkaç gün sonraydı, kardeşimle Netflix'te ne izlesek diye bakınırken "12 Years a Slave/12 Yıllık Esaret" filminde durdum, mis gibi Oscar da almış bunu izleyelim dedim. Muhteşem bir denk geliş oldu. Bana yeniden blog yazdıran motivasyon da işte filmden sonra gelen aydınlanmayla başladı. Film gerçek bir hikayeye dayanıyor ve sonunda Solomon Northup'ın esaretinden sonra yaşadıkları aktarılırken "ve Yeraltı Demiryolu'nda kaçak kölelere yardım etti" cümlesini gördüğüm an büyük bir şaşkınlık yaşadım! Gururla karışık bir sevinç: meğer gerçekten böyle bir şey varmış! Saygı duruşunun ardından Wikipedia'ya baktım:

"Yeraltı Demiryolu, 19. yüzyılın başından ortasına kadar Amerika Birleşik Devletleri'nde kurulan ve Afrikalı-Amerikalı köleler tarafından köleliğin kaldırıldığı özgür eyaletlere, Kanada'ya ve Nova Scotia'ya kölelilk karşıtları ve kölelik karşıtlığına sempati duyanlar yardımıyla kaçmak için kullanılan gizli yollar ve güvenli evler ağıydı." 

Yeni bilgiler ışığında Yeraltı Demiryolu sevgim daha da arttı. Colson Whitehead,tarihsel bir referanstaki mecazı öldürerek yeniden diriltmeyi seçiyor. Sade ve zarif, ne hoş!


***

Nickel Çocukları ve Bir Resim Hayali

 Colson Whitehead'in Nickel Çocukları romanını da Storytel'den dinledim. Dolayısıyla sayfa numarası olmadan yabancı isimlere internetten bakarak noktalamayı herhalde böyledir diye umarak ve dur başlat yapa yapa bir alıntı paylaşacağım:


"Kütüphane rafına dizilmiş bekleyen zarif ve seçkin ansiklopedileri görünce büyükannesinin yüzünün ne hale geleceğini merak ediyordu. Kutuları iki büklüm Tennessee'deki otobüs durağına kadar çekti. Elwood beyaz tenli olsaydı eğer karşı kaldırımdan ona bakanların gördüğü sahne dünyanın bilgisinin ağırlığını yüklenmiş çeken ciddi çocuk bir Norman Rockwell resmini andıracaktı."

Okumayı çok seven Elwood'un yarışmadan kazandığı ansiklopedileri eve taşıdığı bu sahne ilk anda mutluluğun resmidir. Olay örgüsü sebebiyle bu sahne zaten buruk bir âna dönüşecek ancak benim üzerinde durmak istediğim sonrası değil. Sonrasında bir şey olmasaydı dahi tasvirde bir burukluk var. 

Eğer ..... beyaz tenli olsaydı ..... bir ..... resmini andıracaktı.

Bir çocuğun sevimli görülmesi, bir kadının güzel sayılması talep edilecek haklar değildir, değil mi?  Çünkü kim/hangi grup böyle bir hakka sahip ki? Bir grubu sevimli/güzel görmek konusunda onlara tanınmış bir ayrıcalık olduğunu varsaymak insanı pek akıllı göstermiyor. Kimse beyaz çocukların daha sevimli olduğunu ya da beyaz kadınların daha güzel olduğunu söyleyip durmuyor. Bazısı öyledir bazısı böyledir. Ama mesele şu ki sevimlilik de güzellik de çoğunlukla beyazlar üzerinden görünür kılınıyor. #Blackisbeautiful harika ve haklı bir itiraz. Mümkün olan her yoldan siyahlara saldırırken benlik algılarını da zedelemeyi ihmal etmediler. Bu yüzden "Elwood bu haliyle bir Norman Rockwell resmini andırıyordu" diye yazılmadı. Beyaz çocuklar kolaylıkla ve yaygın bir şekilde çocukluğun çeşitli halleriyle resmedilirken siyah bir çocuk tarih yazarken görülüyordu. Mesela Ruby Bridges'ten mülhem:
 
Norman Rockwell, The Problem We All Live With, 1963

Kolaylıkla ve yaygın bir şekilde. Bunlar bence önemli zarflar. Her yerde ayrımcılık bahsinde biri çıkıp "ama biz suçlu değiliz sistem bizi de eziyor vs" diyor ancak bu saçmalık. Her birimize şiddetini eşit hissettiren bir sistemi zaten el birliğiyle yıkar yeniden kurardık. Burada eylemler değil eylemleri niteleyen zarflar, özneler ön plana çıkıyor. 

#Blacklivematters sloganını da anmak gerekiyor. Geçmişten bugüne değişen iyileşen yasalar var ancak gelinen noktada hala siyah vatandaşlar kolaylıkla ve yaygın bir şekilde hayatlarından oluyorlar. 

Yeraltı Demiryolu'nu hatırlayalım; beyazların siyahları öldürmesi, işkence etmesi, sakat bırakması sıklıkla karşılaşılan durumlardı. Bunun tersi durumlar yaşanmadığı için el ele tutuşup tüm yaşamlar değerlidir denilemiyor. 


"Hayatta kalmak" Whitehead edebiyatı için önemli bir izlek. Bir de özgürlük için iş birliği yapmak ancak sadece birinin başarabilmesi Yeraltı Demiryolu ve Nickel Çocukları için kurucu unsurlar. İkisi de gerçeklerden besleniyor.

Nickel Çocukları romanındaki okul görünümlü ıslah evi, 1 Ocak 1900- 30 Haziran 2011 arası faal olan Florida Erkek Okulu/Dozier School'dan hareketle kurgulanmış. 

Nickel, 5 centlik para. 

 






 

 



  MELODRAMDA DUYGU POLİTİKASI: ÖLMÜŞ BİR KADININ MEKTUPLARI ÖRNEĞİ   Türk edebiyatında popüler roman türünün önemli temsilcilerinden biri ol...