MELODRAMDA DUYGU POLİTİKASI: ÖLMÜŞ BİR KADININ MEKTUPLARI ÖRNEĞİ
Türk edebiyatında popüler roman türünün önemli temsilcilerinden biri olan Güzide Sabri’nin 1905 yılında Ölmüş Bir Kadının Evrakı Metrukesi romanı yayınlandığında geniş bir okur kitlesine ulaşarak dönemin kara sevda romanlarından sıyrılmıştır. Kitap sonraki yıllarda da okuyucudan teveccüh görerek basılmaya devam etmiş, 1923 yılında ise yazar romanın gördüğü rağbet üzerine bir zeyl olarak Nedret adıyla hikayeyi devam ettirmiştir.
Ölmüş Bir Kadının Evrakı Metrukesi romanı Metin Erksan tarafından senaryoya uyarlanarak 1956 yılında aynı adla ilk kez filme çekilmiştir. Filmin afişinde yönetmen olarak Semih Evin’in adı yazsa da farklı kaynaklarda Metin Erksan ile birlikte yönettikleri kaydedilir.
1969 yılında roman “Ölmüş Bir Kadının Mektupları” adıyla bir kez daha sinemaya uyarlanır. Senaryoda bu kez Orhan Elmas ve Duygu Sağıroğlu vardır, yönetmenliği ise Ülkü Erakalın yapmaktadır. Bu yazıda incelenecek olan film de Ölmüş Bir Kadının Mektupları’dır.
Duygu (emotion) kavramı, hareket etmek, dışarı çıkmak anlamlarına gelen Latince bir kelime olan ‘emovere’ kelimesinden türemiştir ve duygunun bireyler, toplumlar, topluluklar arasında hareket halindeki yapısına gönderme yapmaktadır (Ahmed, 2014, s:21). Duygunun dilin sembolik dünyasında karşılık yaratmasıyla duygu ve düşünce arasında gerilimli bir ikilik oluşması durumunda içsel bir çatışma yaşanabilir. Ancak duygunun düşünceyle uyumlanıp ilişkisellik üzerinden davranışa dönüşmesi de söz konusudur ve bu haliyle bir dışa yönelme, ilişkiler üzerinden bir zemin elde ederek kazanacağı hareket sahasıyla da dışsal çatışmalar yaratabilir. Melodramlar duygu yüklü anlatılar olarak ön plana çıkarken duyguların bu anlatılarda yarattığı çatışmalar, yüklendikleri işlevler, tetikledikleri hareketler silsilesi düşünüldüğünde bir duygu politikası varlığından söz etmek gerekir.
Ölmüş Bir Kadının Mektupları, Nedret’in annesi Fikret’e ait günceyi okumasıyla başlar. Fikret çocukken annesini kaybetmiş, babası başka bir şehirde genç bir kadınla evlenmiş, bakımı babaannesi ve ablası Suat’a bırakılmıştır. Bu yüzden de yalnız-terk edilmiş-yas içinde kederli bir duygu halindedir. Çocukluktan itibaren bünyesi zayıf olduğundan da sıklıkla hastalanır. Ölmeyi arzu ettiği günlerden birinde evine gelen Doktor Nejat’a aşık olur ve birdenbire neşeli sağlıklı birine dönüşür.
Kesif bir kederden dolayı ölümü arzularken aniden bambaşka ve zıt bir başka duygu olan aşka geçilir. Uçta ve yoğun yaşanan duygular ve bu duygular arasında bireyin bocalamaksızın geçişi melodrama özgü özelliklerden biridir.
Hareket alanı ev içiyle sınırlandırılmış kadının aşık olmak için yaşayabileceği karşılaşmaların sınırlılığı Tanzimat romanlarından da aşina olduğumuz gibi kadının doktora gitmesi ya da doktorun eve gelmesiyle aşılmaya çalışılır. Fikret’in Nejat ile karşılaşmalarından hemen sonra gülerek yataktan çıkması, hastalığını hafife alarak şakalaşması ve piyanonun başına geçip şarkı söylemesiyle aşkın göstergeleri sunulmuş: sıhhat, neşe ve müzik. Karakterin duygu durumuyla uyumlu bir şarkıya geçiş, müziğe bu şekilde sıklıkla başvurmak da melodramın bir diğer özelliğidir.
Üç gün sonra kontrol amaçlı gelen doktor Fikret’e bir kuş hediye eder, böylelikle duygularının karşılıklı olduğunu düşünürüz. Ancak doktor, Fikret artık tamamen iyileştiği için bir daha gelmeyeceğini söylediğinde ilişkileri sonlanmış olur. Fikret aşkını kalbine mi gömecektir yoksa sevdiğiyle bir bağ kurmaya mı çalışacaktır? Bu noktada duygunun Fikret’i bağ kurmaya, bir etki yaratmaya sevk ettiğini görürüz. Fakat bu atılım mevcut konumu yeniden tesis etmek biçimindedir: doktor-hasta olarak bir araya geldikleri için Fikret yeniden hasta olmayı tercih ederek sevdiği kişiyle buluşma yönünde hamle yapar. Yaratıcılıktan yoksun, tembel bir zihnin üstelik tehlikeli bir biçimde hastalığa yönelmesi karakterin düşünsel yüzeyselliğini ve kendini feda etmeye meylini de ortaya koyar.
Fikret’in hasta olmak için seçtiği yol ise bütün gece pencere karşısında rüzgara karşı piyano çalmaktır. Rüzgarlı havada açık pencere karşısında bütün gece durmaktan hasta olmak. Bu sebeplendirme Türk sinemasında 2006 yılında Reha Erdem’in Beş Vakit filminde 2022 yılında Berkun Oya’nın Cici filminde tekrar görülecektir. Bir anne sözü olarak “cereyanda kalma”nın erkek yönetmenlerin bilinçaltında böylesine yer etmesi de bir başka yazının konusu.
Netice itibariyle Fikret anne sözü(!) dinlemeyerek soğuk alır, hastalanır. Nejat ve Fikret’in bundan sonraki görüşmeleri bir ağacın altında ve deniz kıyısında olur. Aşıkların buluşma yerlerinin klişe dekorlarla belirlendiği bu melodramda ölmek isteğinden yaşama katılmaya duyulan coşkuya geçiş bir kez daha dile getirilir.
Fikret, Nejat’ın muayenehanesine elinde çiçekle gittiğinde onun eşi ve çocuğuyla konuşmasına tanık olur, çiçekleri geride bırakarak oradan ayrılır. Bir kez daha ölümle hayat birdir, çaresi olmayan derde düşülmüştür. Çünkü Fikret evli bir adama aşık olmuştur. Oysa Nejat’ın eşi cemiyet adamı olamayacaksan iki medeni insan olarak boşanalım da demişken; ardından Nejat’ın sen olmasaydın da ayrılacaktık, boşanan ilk kişiler biz olmayacağız demesine rağmen: Yuva yıkılamaz. Fikret’in aşkı yeşertilemez. Alın yazısı, kader tebliği Fikret’in dilinden aşığına kabul ettirilir. Kişilerin sorgulama yapmadıkları, duygularının tesirinde davranış geliştirmekten kendilerini men ettikleri an gelmiştir. Evlilik sürdürülmeli, aşıklar geri çekilmelidir. Fikret’in tebliği, ısrarı ile olayların seyri bir anda değişir, yasaya boyun eğilir. Nejat ve eşi için evlilik akdi sonlandırılabilir görülse de Fikret bir sabit fikir gelişitirmiştir. Sorgulanamayan tartışılamayan bu sabit fikir, Fikret’in kendini feda etmeye istekli oluşuyla anlam kazanır. Çevresindekilere rağmen çevresinin iyiliğini gözetmek için kendini geri çeken Fikret alturizm/özgecilikle hareket eder. Nejat ile yeniden görüşmek için Fikret’in hasta olmayı göze alması, kendine zarar vermeye meyilli biri olarak akılda tutulduğunda ise kendini gerçekleştirebilecekken duygularını donduran dışsal çatışmadan kaçarak içsel çatışmalara yönelen Fikret, kendine yönelik hem fiziksel hem psikolojik şiddet üreten yapısını özgecilik örtüsü altında gizlemiş olur.
Nejat’tan uzaklaşmak için İstanbul’u da terk eden Fikret, anne babasının kendisine uygun gördüğü zengin, yaşlı bir erkek olan Sait Bey ile evlenip çocuk yaptıktan yıllar sonra Nejat’ın Sait Bey’in akrabası olması sebebiyle bir kez daha karşılaşırlar. Bu karşılaşma Fikret’in kadercilikle geri çekilişi üzerine nasıl tesir eder? Fikret’in düşünce dünyasındaki kadercilik anlayışında bu karşılaşmanın bir tesadüf değil tevafuk olarak olumlu bir okuması olması beklenir ancak yine görürüz ki Fikret’in derme çatma düşünce dünyasındaki esas merkez sabit fikirliliğidir. Nejat’ı daha önce tanıdığını bile söylemeyecek kadar yok sayma halinde olsa da bir ilişkilerinin olduğu bilgisi ikisinin de eşleri tarafından açığa çıkarılır. İlginç bir biçimde aldatmanın gölgesinde evlilikler yine de devam eder. Yuva her ne pahasına olursa olsun bozulmamalı yasası bu kez eşler tarafından sahiplenilir ve kolektif bir mutsuzluğa boyun eğilir. Esasen eşler aldatıldıkları zannına kapılsa da aslında Fikret ve Nejat’ın evliyken bir ilişki yaşamadıkları bilgisi filmin sonuna kadar seyirciye emanet edilmiş bir bilgidir, Fikret’in güncesi sayesinde yıllar sonra kızı Nedret öğrenecektir. Dolayısıyla seyircinin filmi izlerken devamlı olarak gördüğü haksızlığa uğrayan bir çifttir ve onlarla bir duygudaşlık oluşturacaktır. Melodramların seyircide yaşatacağı katharsisi güçlendiren bir hikaye anlatma tercihi görülür.
Ölmüş Bir Kadının Mektupları filminde duygular kederin ve aşkın uçta ve yoğun yaşandığı anlık bir parlamayla kendini gösterir. Ancak duygunun kişileri değiştiren dönüştüren yeni bağlar kurarak dışa açılan bir köprü olması yönü işletilmez. Aksine kişiyi hayattan geri çeker. Acı yaşandıysa ölüm düşünülür, aşk yaşanınca da bir sabit fikir sebebiyle ilişki reddedilir yine içe kapanılır. Karakterlerin çeşitliliği, tutumları,sorgulamaları dolayısıyla çatışmaları görülmez. Bunun yerine tek bir karakterin etrafında hizalanırlar, Fikret’in yıkılan yuvanın üstüne yuva kurulamaz ifadesi gidişatı belirleyen bir çıkış noktası olmuştur adeta bir yasa gibi kabul edilmiştir.
Kaynakça:
Ahmed, S. (2015). Duyguların Kültürel Politikası. (Sultan Komut,Çev). İstanbul: Sel Yayınları.