Peter Burke, Kültürel Melezlik. İstanbul:Asur Yayınları,2011,175 sayfa
Kitap; Türkçe ve İngilizce baskılar için yazılan ön sözler, giriş ve ardından gelen beş bölüm ile indeks kısmından oluşur.
İlk bölüm, "Konu Çeşitliliği" adını taşır. Bu bölümde melezliğin bağdaştırmacı dinler, eklektik felsefe, karışık diller, mutfak, mimarlık, edebiyat ve müzik gibi kültür alanlarında farklı anlamlar taşıyarak bulunduğuna dikkat çekilerek melezleşme sürecini insan eserleri(mimari ve metinler), insan pratikleri(din,müzik,dil,spor,festival gibi) ve insanlar üzerinden olmak üzere üç kısma ayırarak inceler. İnsanlar arasında melezliğin akla ilk gelen biçimi evlilik üzerinden olsa da ihtida ve tutsaklık yoluyla da bilinçli veyahut bilinçsiz gerçekleşen kültürel melezliklere dikkat çeker.
Yazar "Terminoloji Çeşitliliği" adlı ikinci bölüm için amacının, entelektüel araç kutumuzda yer alan bazı terimlerin doğru bazılarının ise yanlış olduğunu öne sürmek olmadığını belirterek mecazi dahi olsa tüm terimleri dikkate almak gerektiğinden söz eder. Farklı disiplinlerdeki akademisyenlerin birbirlerinden habersiz aynı olguyu tanımladıklarını (iktisat, zooloji, metalurji, beslenme, dilbilim; ödünç alma, melezleme, ergime potası, güveç, yerlileştirme) ve tartışmalarda da bu terimlerin öne çıktığına vurgu yapar.
Üçüncü bölüm, "Durum Çeşitlilikleri" adını taşır. Bazı yerlerde kültürel değişmelerin daha yoğun olduğu tespiti yapılır. Mecazi bir "ticari bölge" olarak düşündüğü bu tip kültürel karşılaşma yerlerinin metropoller, liman kentleri, sınır boyları olduğundan söz eder.
"Yanıt Çeşitlilikleri" adlı dördüncü bölümde kültürel karşılaşmalar sonucu gerçekleşen değiş tokuşun sonuçlarına bakarak kültürel ithalat ya da yerine göre işgallere verilen yanıt modellerini bir strateji olarak yorumlayıp sınıflandırmıştır. Buna göre ilk yanıt şekli yabancı modayı kabul etme, tolerans ve açık düşünceliliğin yansımasıdır. Bir diğer durum ise kültürel ödünç almanın tehdit algısı yaratması ve bu nevi bir işgale karşı gösterilen direniş olarak dışa kapalılıktır. Japonya'nın bir dönem yürüttüğü "sakoku" politikası bunun en iyi örneğidir. Kültürel arınma stratejisi ise ödünç almayı reddetme ve halihazırda ödünç alınmış olanları da yok etme girişimlerini kapsıyor. Yabancı modaya karşı bu tepkiselliğin en masum halinin dilde olduğu söylenebilir fakat bu düşüncenin tehlikeli bir uzantısı da etnik temizliktir. Kültürel işgale karşı bilinçli bir tepki ayrımcılık şeklinde de görülebilir. Kültürel ayrımcılık genellikle çok dilli, çok etnisiteli büyük şehirlerde gelişen bir stratejidir. Ayrımcılığın kuşaklar arasında bir uyarlanma biçimine dönüşebileceğine de dikkat çekilmiştir. Son olarak döngüsellik kavramı tanıtılır. Bazen bir ürün doğduğu yere başarılı bir şekilde ihraç edilir çünkü başka kültüre ilk aktarımın ardından kültürel uyarlama yaşayıp bir ölçüde farklılaşmış olur.
Beşinci bölüm, "Ürün Çeşitlilikleri" adını taşır. Uzun vadede kültürel karşılıklı etkileşimin doğuracağı sonuçlar ya da ürünlerin kültürleri nasıl etkileyebileceğine dair bazı olasılıkların tartışıldığı bu bölüm dört senaryodan oluşur. İlk olarak "kültürel homojenleşme" tartışılır. Gelecekte küreselleşmeyle sonucuyla kültürün her alanında beklenen homojenleşmenin tektipleşme, seçeneklerin sınırlılığı olarak sunulmasına karşı çıkılmıştır. Coca-Cola'nın girdiği pazarların yerel bağlamını gözetmiş olmasına dikkat çeker. Ayrıca pek çok ülkede izlenen Dallas dizisinin, herkes aynı ekrana baksa da alımlanmasının ülkeden ülkeye farklı olduğunu ortaya koyan çalışma da örnek olarak sunulmuştur. "Karşı küreselleşme" adlı ikinci senaryoda küreselleşmeye yönelik tepkiler sebebiyle geleneksel kültürün direniş göstermesi yenilgiye mahkum olarak görülse de bu nevi bir direniş boşuna yapılmış da sayılmaz çünkü bu çabayla da geleceğin kültürü üzerinde bir etki yaratacağı öngörülür. "Kültürel iki dillilik" bugün birçok toplumda tecrübe edilirken gelecekte bunun artmasının mantıklı olduğunu belirten yazar böylesi bir durumda kişilerin diller arasında geçiş yaparken duruma uygun düşen kültürel tavrı seçerek kültürel geçiş yapacağını belirtir. "Dünyanın Kreolleşmesi" bahsinde eski unsurların yeni örüntüler içinde düzenlenmesi, yeniden biçimlenmesi kastedilir. Bu şekilde oluşan melez biçimlerin de homojen bir kültürün zorunlu bir aşaması olarak görülmemesi gerektiğini savunur.
*Klasik Latincede plagiarius (intihal) terimi, başlangıçta başkasına ait bir köleyi kaçırmak anlamına geliyordu ancak şair Martial tarafından edebi hırsızlık anlamında kullanılmıştı. s83
*Fransız tarihçi Fernand Braudel'e göre bir kültürün yaşaması için aynı zamanda alma ve verme, ödünç alma ve ödünç verme yeteneğine sahip olması gerekiyordu. s84
*Kültürler arasında, daha doğrusu farklı kültürler arasında ya da bir kültürden diğerine doğru gündeme gelen karşılaşmalar, "ilişki bölgeleri" denilen bazı yerlerde diğer yerlerden çok daha yoğun bir biçimde gündeme gelir.111
*Kavramlar çeşitliliğini sürdürmenin bir başka nedeni, analizlerini yapmada kullanmak için uygun bir sözcük hazinesi gerektiren kültürel karşılaşmaların içinde bulunduğu durum, bağlam ve yerlerdeki farklılıklardır.103
*Gelenekler, bu geleneklere katılan bireyler ve grupların gerçekleştirip gerçekleştirmemelerinden bağımsız olarak, daimi bir yapının ya da yeniden inşa edilen bir yapının ya da yeniden inşa edilen bir yapının üzerinde inşa edilen siteler gibidir. 150
*Eski unsurlar yeni örüntünün içinde düzenlenir. 164.
*Freud'un küçük farklılıklar narsizmi/geleneksel yerel zihniyetlerin 'esneyerek direnme gücü' denilebilecek olguyu küçümsememek gerekiyor157/havaalanları gibi 'yer olmayan yerler'in çoğalmasıyla birlikte, yer değiştiren yerin kendisi yok oluyor152/Küresel pazarın büyümesiyle birlikte bazı yazarlar, tıpkı film yönetmenleri gibi 'bilinçli ya da bilinçsiz olarak, kendi sanatlarını tercüme edilebilir bir biçimde oluşturuyorlar153/psikolojiktazminat/
*Kitabın girişinde kullanılan epigraflar:
Bütün kültürler karmakarışıklığın bir sonucudur. Claude Levi Strauss
Bütün kültürlerin tarihi, kültürel ödünç almaların tarihidir. Edward Said
Bugün bütün kültürler hudut boyu kültürleridir. Nestor Canclini
18 Aralık 2018 Salı
4 Aralık 2018 Salı
Ödev 13: Jack Goody, Tarih Hırsızlığı
Jack Goody, Tarih Hırsızlığı. İstanbul:Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,2014,ISBN:978-605-360-532-4, 420 sayfa.
Jack Goody'nin "The Theft of History" adlı eseri Türiye İş Bankası Yayınları tarafından ilk olarak 2012 yılında Gül Çağalı Güven çevirisiyle "Tarih Hırsızlığı" adıyla yayımlandı.
Kitap Sosyo-Kültürel Bir Soyağacı, Üç Akademik Bakış aşısı ve Üç Kurum ve Değerler şeklinde üç ana başlığa ayrılmaktadır.
19. yüzyılın başından itibaren, sömürgeci fetihler ve Sanayi Devrimi'nin bir sonucu olarak Avrupa çoğu zamanda Batı Avrupa dünya tarihinin kurgulanması,ele alınması biçiminde önemli ölçüde bir etkinlik göstermiştir. Goody'e göre tarihin Avrupa üzerinden kavramsallaştırılıp dünyanın geri kalanına dayatılması bir"tarih hırsızlığı" olup bu tavrın başarıya ulaşması Avrupa'nın dünyanın birçok kesimindeki fiili hakimiyetinden kaynaklanmıştır.
Dünyayı betimlerken etnik-merkezci bir yaklaşımdan kaçınabilmek için; hangi taraftan gelirse gelsin her türlü iddiayı kuşkuyla karşılayıp eleştirel bir duruşa sahip olmak, tarihe bugünden geriye ya da yukarıdan aşağıya değil aşağıdan yukarıya bakmak, Avrupalı olmayan geçmişe hak ettiği ağırlığı vermek, Batılı tarih yazıcılığının mevcut biçimiyle dünyaya yayılan sabit kategoriler oluşturamayacağına dair bir bilinç geliştirmek gereklidir.
Sözlü kültürlerde sabit bir başlangıç noktası, çağ kavramında olduğu gibi yılların hesaplanması bulunmadığından söz eden Goody bunun yazının icadıyla oluştuğuna, yüzyıl, binyıl gibi kavramlar geliştiren okuryazar toplumlarda zamanın bölümlere ayrılmasının dini bir çerçeveye sahip olduğuna dikkat çeker. Ancak bu noktada Hristiyanlık referansıyla İsa'nın doğumunu milat kabul edilmesi, pazar gününün tatil olması; Noel, Paskalya, Cadılar Bayramı gibi özel günlerin uluslararası karşılıklar kazanmasında Batının baskın olduğunu belirtir.
Zamanın kültürlerde bölümlenmesinin keyfi,döngüsel etkinlikler için oluşmuş geleneksel uygulamalar olduğunu; Afrika'da pazar kurulan 3,4,5 veya 6 günlük hafta ayrımlarının bulunduğunu, Çin'de ise haftanın on günlük kurgulandığıyla örnekler.
Weber'de dünyanın demistifikasyonu, Frazer'in sihri reddedişi gibi Batı'da laikliğin yükselmesini sağlayan tutumlara karşın aslında Batı'nın kendi dini değerleri üzerinden zamanı tekelleştirdiğine yönelik eleştirir.
Avrupa'da yazının kullanımının grafik temsilleri etkilemesinde önemli bir örnek olarak haritalandırma anlayışını sunar. Haritalandırma başka toprakları keşfetmeye ivme kazandırdığı gibi Mercator Projeksiyonu düşünüldüğünde Avrupa'nın etnosantrik tavrının hem dışavurumu hem kemikleşmesine neden olmuştur. Boylamların derecelendirilmesinde de sıfır noktası olarak Londra'daki Kraliyet Gözlemevi Greenwich'in seçilmesini İngiltere'nin uluslararası etkinliğinden gelen bir egemenlik tezahürü olarak değerlendirir.
"Tarih Hırsızlığı" sadece zaman, mekan hırsızlığı değil tarihin dönemselleştirilmesinde de Batı tarafından tekele alındığını belirten Goody, dünya tarihinin nasıl olup da sadece Batı'da gerçekleşen olaylarla tanımlanır hale geldiği sorusunu sorar.
Avrupa'nın kendini Antik Yunan'ın entelektüel sağanağında inşa ettiğine dair bir kurgu geliştirdiğini, devamında feodalizm ve kapitalizm aşamalarıyla dönemselleştirdiği gelişme çizgisinin tamamen Avrupa'ya özgü olması ısrarını inceler. Avrupa'nın küresel olayları kendi rotasına uygun olup olmadığı üzerinden değerlendirmesiyle doğal olarak akışa uymayan pek çok kültür için bir istisna ya da modernleşmeyi başaramamış toplumlar olarak etiketlenmesi anlayışı eleştiriliyor.
Avrupa'nın fikri gelişiminde bir sıçrama sağladığı sanılan Antik Yunan'ın aslında diğer kültürlerle ticaret yapması ve bu ticarette önemli yer tutan köleler üzerinden düşünceler, yaşam biçimleri, teknoloji mübadelesi yapıldığına dikkat çeker.
Feodalizm ve kapitalizm aşamalarının modernleşmeyi doğuran yegane şartlar gibi algılanarak Çin örneğinin bir "Asya istisnacılığı" olarak ele alınması, Osmanlı dönemindeki devlet anlayışı, sosyo-kültürel yapının aslında Avrupa ile pek çok benzer noktasının bulunması yine incelemeye dahil edilmiş konulardır.
Avrupa'nın kültürünü dünyanın geri kalanından ayırt etme çabasının sadece kurumlar ve değerler üzerinden değil aşka bakışta da kendini gösterdiğini belirten Goody'nin tespitlerine göre romantik aşkın trubadurların icadı olması fikri mesnetsizdir. Saray hayatının olduğu birçok toplumda seçkinlerin arasında mektup yazmanın, aşk şiirleri yazmanın örneklerinin bulunduğu gibi eski halk şiirlerinde de romantik aşkın hemen her kültürde bir biçimde dile getirildiği belirlemesini yapar.
Jack Goody'nin "The Theft of History" adlı eseri Türiye İş Bankası Yayınları tarafından ilk olarak 2012 yılında Gül Çağalı Güven çevirisiyle "Tarih Hırsızlığı" adıyla yayımlandı.
Kitap Sosyo-Kültürel Bir Soyağacı, Üç Akademik Bakış aşısı ve Üç Kurum ve Değerler şeklinde üç ana başlığa ayrılmaktadır.
19. yüzyılın başından itibaren, sömürgeci fetihler ve Sanayi Devrimi'nin bir sonucu olarak Avrupa çoğu zamanda Batı Avrupa dünya tarihinin kurgulanması,ele alınması biçiminde önemli ölçüde bir etkinlik göstermiştir. Goody'e göre tarihin Avrupa üzerinden kavramsallaştırılıp dünyanın geri kalanına dayatılması bir"tarih hırsızlığı" olup bu tavrın başarıya ulaşması Avrupa'nın dünyanın birçok kesimindeki fiili hakimiyetinden kaynaklanmıştır.
Dünyayı betimlerken etnik-merkezci bir yaklaşımdan kaçınabilmek için; hangi taraftan gelirse gelsin her türlü iddiayı kuşkuyla karşılayıp eleştirel bir duruşa sahip olmak, tarihe bugünden geriye ya da yukarıdan aşağıya değil aşağıdan yukarıya bakmak, Avrupalı olmayan geçmişe hak ettiği ağırlığı vermek, Batılı tarih yazıcılığının mevcut biçimiyle dünyaya yayılan sabit kategoriler oluşturamayacağına dair bir bilinç geliştirmek gereklidir.
Sözlü kültürlerde sabit bir başlangıç noktası, çağ kavramında olduğu gibi yılların hesaplanması bulunmadığından söz eden Goody bunun yazının icadıyla oluştuğuna, yüzyıl, binyıl gibi kavramlar geliştiren okuryazar toplumlarda zamanın bölümlere ayrılmasının dini bir çerçeveye sahip olduğuna dikkat çeker. Ancak bu noktada Hristiyanlık referansıyla İsa'nın doğumunu milat kabul edilmesi, pazar gününün tatil olması; Noel, Paskalya, Cadılar Bayramı gibi özel günlerin uluslararası karşılıklar kazanmasında Batının baskın olduğunu belirtir.
Zamanın kültürlerde bölümlenmesinin keyfi,döngüsel etkinlikler için oluşmuş geleneksel uygulamalar olduğunu; Afrika'da pazar kurulan 3,4,5 veya 6 günlük hafta ayrımlarının bulunduğunu, Çin'de ise haftanın on günlük kurgulandığıyla örnekler.
Weber'de dünyanın demistifikasyonu, Frazer'in sihri reddedişi gibi Batı'da laikliğin yükselmesini sağlayan tutumlara karşın aslında Batı'nın kendi dini değerleri üzerinden zamanı tekelleştirdiğine yönelik eleştirir.
Avrupa'da yazının kullanımının grafik temsilleri etkilemesinde önemli bir örnek olarak haritalandırma anlayışını sunar. Haritalandırma başka toprakları keşfetmeye ivme kazandırdığı gibi Mercator Projeksiyonu düşünüldüğünde Avrupa'nın etnosantrik tavrının hem dışavurumu hem kemikleşmesine neden olmuştur. Boylamların derecelendirilmesinde de sıfır noktası olarak Londra'daki Kraliyet Gözlemevi Greenwich'in seçilmesini İngiltere'nin uluslararası etkinliğinden gelen bir egemenlik tezahürü olarak değerlendirir.
"Tarih Hırsızlığı" sadece zaman, mekan hırsızlığı değil tarihin dönemselleştirilmesinde de Batı tarafından tekele alındığını belirten Goody, dünya tarihinin nasıl olup da sadece Batı'da gerçekleşen olaylarla tanımlanır hale geldiği sorusunu sorar.
Avrupa'nın kendini Antik Yunan'ın entelektüel sağanağında inşa ettiğine dair bir kurgu geliştirdiğini, devamında feodalizm ve kapitalizm aşamalarıyla dönemselleştirdiği gelişme çizgisinin tamamen Avrupa'ya özgü olması ısrarını inceler. Avrupa'nın küresel olayları kendi rotasına uygun olup olmadığı üzerinden değerlendirmesiyle doğal olarak akışa uymayan pek çok kültür için bir istisna ya da modernleşmeyi başaramamış toplumlar olarak etiketlenmesi anlayışı eleştiriliyor.
Avrupa'nın fikri gelişiminde bir sıçrama sağladığı sanılan Antik Yunan'ın aslında diğer kültürlerle ticaret yapması ve bu ticarette önemli yer tutan köleler üzerinden düşünceler, yaşam biçimleri, teknoloji mübadelesi yapıldığına dikkat çeker.
Feodalizm ve kapitalizm aşamalarının modernleşmeyi doğuran yegane şartlar gibi algılanarak Çin örneğinin bir "Asya istisnacılığı" olarak ele alınması, Osmanlı dönemindeki devlet anlayışı, sosyo-kültürel yapının aslında Avrupa ile pek çok benzer noktasının bulunması yine incelemeye dahil edilmiş konulardır.
Avrupa'nın kültürünü dünyanın geri kalanından ayırt etme çabasının sadece kurumlar ve değerler üzerinden değil aşka bakışta da kendini gösterdiğini belirten Goody'nin tespitlerine göre romantik aşkın trubadurların icadı olması fikri mesnetsizdir. Saray hayatının olduğu birçok toplumda seçkinlerin arasında mektup yazmanın, aşk şiirleri yazmanın örneklerinin bulunduğu gibi eski halk şiirlerinde de romantik aşkın hemen her kültürde bir biçimde dile getirildiği belirlemesini yapar.
Goody, Avrupa’nın 19. Yüzyıldan
beri sergilediği bazı üstünlüklere dayanarak teleolojik bir yaklaşımla
üstünlüğünü geçmişe yansıttığını, bir tarihi kurguladığını ve dayattığını
incelediği bu eserinde dünyanın geri kalanın durağan, kendi kendini yenileme
gücünden yoksun algısını besleyerek aslında “öteki”lere yönelik muameleyi meşrulaştırmakta
kullanılması gerçeğini dile getirir.
Son yıllarda araştırmacıların dünyanın geri kalanıyla bağlantılı olmak için karşılaştırmalı çalışmalar yapmış olmasına rağmen bu karşılaştırmaların menzilinin Avrupalı kaynaklarla sınırlı kaldığından söz eden Goody Doğu'nun yazılı kaynaklarının bilmezlikten gelindiğini, üstelik sözlü kültürün dikkate alınmadığını da ekler.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
MELODRAMDA DUYGU POLİTİKASI: ÖLMÜŞ BİR KADININ MEKTUPLARI ÖRNEĞİ Türk edebiyatında popüler roman türünün önemli temsilcilerinden biri ol...
-
Camera Obscura : Latince “camera” kubbeli hazne, oda anlamına gelirken “obscura” karanlık demektir. Camera Obscura terimi karanlık oda ifade...
-
Twitter'da @womensart1 hesabında denk geldiğim çok hoş bir fotoğraf. Üç kadın çizer; Violet Oakley, Jessie Willcox Smith ve Elizabeth Sh...
-
“Sinema ve tiyatro, romanı ancak tehdit edebiliyor ama yerini alamıyor.” ...