7 Ağustos 2018 Salı



Hazlar ve Günler (Les Plaisirs et les Jours) Marcel Proust'un ilk kitabı, 1896'da yayımlandı. Proust kitaptaki 1894 tarihli ithaf yazısında sayfaların bazılarını yirmi üç, çoğunu yirmi yaşında yazdığını belirtiyor. Kitap bir ithaf ve şiir,hikaye,deneme denebilecek çeşitli formlardaki on yazıdan oluşuyor. Bu yazılar kendi içinde sıklıkla kısımlara ayrılıyor, bol bol epigraf kullanılıyor. Bunlara ek olarak kitabın hacmi de küçük dolayısıyla bir çırpıda okuyunca art arda etrafa saçılan üstelik pek biçimli de durmayan havai görüntüler kalıyor geride. 

Hazlar ve Günler'i yazarın magnum opusu olan "Kayıp Zamanın İzinde" eserinin bir habercisi, bir önsözü olarak gören de var bence daha çok bir eskiz gibi -belki bir palimpsestteki silik yazılar gibi okumasam da olurmuş ama işte merak diyesiyim.

Sayılarla Hazlar ve Günler:
1.Sylvanie Vikontu Baldassare Silvande’nin Ölümü:5kısım,5epigraf
2.Violante ya da Dünyevi Eğlence: 4kısım,2epigraf
3.İtalyan Komedya’sından Parçalar:14kısım,1epigraf
4.Dünyevi Eğlence ve Müzik Aşkı:2kısım
5.Melankolik Dinlence:5kısım,2epigraf
6.Ressamların ve Müzisyenlerin Portreleri:Dördü ressam (Albert Cuyp,Paulus Potter,Antoine Watteau,Anthony Van Dyck) dördü müzisyenler (Chopin,Gluck,Schumann,Mozart) için olmak üzere sekiz şiirden oluşuyor.
7.Bir Genç Kızın İtirafları:4kısım,4epigraf
8.Şehirde Bir Akşam Yemeği:2kısım,1epigraf
9.Pişmanlıklar:30kısım,5epigraf
10.Kıskançlığın Sonu: 3kısım,3epigraf.

*

Kitaptaki 4. hikayeyle karşılaşma anında heyecanlanmıştım çünkü "bouvard ve pécuchet" alt başlığını taşıyordu ve bu isimler aslında Gustave Flaubert'in ilk kez 1881 yılında yayımlanan ve Türkçeye "Bilirbilmezler" adıyla çevrilen romanına aitti.
Proust'un hikayesinde Bouvard ve Pécuchet adlı iki arkadaş sosyeteye girmeye karar verir ancak bunu iyi bir şekilde yapabilmek için öncelikle sosyetenin tartıştığı konulara hakim olmaları gerekir. Böylelikle bu iki arkadaş çağdaş edebiyattan başlayarak revaçtaki her konuyla yüzeysel ilgilenir,atıp tutar.
“Kısacası, herkes kötü yazıyordu. Bouvard’a göre bunun suçlusu aşırı özgünlük arayışı, Pécuchet’e göre de örflerin yozlaşmasıydı(s.82)”

Her roman film olabilir







                                             “Sinema ve tiyatro, romanı ancak tehdit edebiliyor ama yerini alamıyor.”                                                                                                          Edebiyat Dersleri, Dergâh Yayınları, s.48

Tanpınar'ın iki hikayesi aynı adla sinemaya uyarlanmıştır:

-Geçmiş Zaman Elbiseleri, Metin Erksan tarafından 1975 yılında (Youtube’de var)

-Yaz Yağmuru, Tomris Giritlioğlu tarafından 1993 yılında (Filmi bulamadım, meraktayım)

Ayrıca Semih Kaplanoğlu 22 Temmuz 2018’de katıldığı İnsanlık Hali programında Tanpınar’ın Huzur romanının senaryosu üzerine çalıştığını duyurdu. Kendisi daha önce Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü film yapmak istemiş ancak romanın dünyasını filme taşıyamadığını düşünmüş. Devamında söyledikleri “Her roman filme olmaz. Bir ruh var, o ruh öbür tarafta da ortaya çıkarılabilirse olabilir. ” Uyarlamaya dair sözlerini yüzeysel ve muğlak buldum açıkçası ama bunları yönetmenin kötü bir iş çıkaracağına dair delil olarak da görmüyorum. Düşünceyi biçimlendirmenin ve aktarmanın pek çok yolu var, Kaplanoğlu için konuşmak o yollardan biri değil bence. Programda dikkate değer bulduğu uyarlamaları sıralarken Metin Erksan’a sadece Susuz Yaz filmi sebebiyle atıfta bulundu oysa Erksan’ın Geçmiş Zaman Elbiseleri filmi uyarlamanın imkânlarına dair ilginç özellikleriyle ufuk açıcı olabilirdi. Bu ilginç özellikleri somutlayan üç kare seçtim.

İlk karede tavandan sarkan bir balon salkımı var, hikâyenin mekân tasvirinde yok ancak tüm gün evde oturup ucuz romanlar okuyarak hayaller kuran, hayatı üzerinde hâkimiyet hissetmeyen çocuksu bir karakterin duygu dünyasını görselleştirme açısından oldukça başarılı bir simge değer.



İkinci karede "Geçmiş Zaman Elbiseleri Giyen Kız" odayı dolduran pek çok mankenden biriyle görülüyor. Hikâyede kızın eski tip yedi sekiz kıyafetinin olduğu söyleniyor ancak cansız manken bahsi yok. Erksan çok yerinde bir tercihle o kıyafetleri alıp sahneye koyuyor ve adamın kızdan önce kıyafetleri fark ettiği bir örgü içinde karşılaşmalarının yaratacağı duyguyu güçlendirmiş oluyor.




Üçüncü kareye gelince; hikâyedeki finalde kızın ihtiyar adamla bir arabanın içinde görülmesi, anlatıcının onlara yetişmeye çalışması anlatılıyor ancak filmde araba tekneyle yer değiştiriyor, böylelikle yetişmeye çalışmak çabası yerini tam bir ümitsizliğe bırakıyor.





Üç karede de Tanpınar’ın hikâyesinde olmayan unsurlar var ancak bunların işlevselliği, hikâyenin imgeleriyle uyumu göz önüne alınınca kitaptaki ruhun sinemada ortaya çıkışı için yönetmenin iradesi kafi geliyor. Durum böyleyken her roman filme olabilir diye düşünüyorum, yeter ki yönetmenin dili olsun.


  MELODRAMDA DUYGU POLİTİKASI: ÖLMÜŞ BİR KADININ MEKTUPLARI ÖRNEĞİ   Türk edebiyatında popüler roman türünün önemli temsilcilerinden biri ol...